Uzun bir süre boyunca bulunmadığımız bir mekana tekrar teşrif ettiğimizde, yanımızda orayı hiç görmemiş bize eşlik eden tanıdığımıza mekanın geçmişteki ayrıntılarını anlatır dururuz. Özellikle modern dünyanın taşı taş üstünde koymadığı, uzunca bir müddet yeni yapılara boğmadan bıraktığı yerlere pek rastlamayız. Çocuk parkına denk geliriz; etrafında birkaç ağaç vardır ve rüzgarla birlikte yaprak kıpırtaları yüzümüze yüzüme değer. Sonra oradan ayrılırız, yıllar boyunca bir daha uğrak noktamız olmaktan çıkar. Bir gün yolumuz ansızın çıkagelir oraya ve görürüz ki Trabzon’lu bir müteahhit parkın yanındaki arazileri de içine katıp tıklım tıkış, estetikten nasibini almamış iğrenç bir yapı konduruvermiştir. Hayatın içerisinde tecrübe ettiğimiz böyle değişimlere insan ilişkilerinde de rastlamak mümkün. Yapıların değişimine şahit olunca biraz da sarkastik bir mizaçla “buralar eskiden dutluktu” diyebiliriz ama konu daha bireysel bir noktaya evrildiğinde; hayatımızdaki insanların, ailemizin, ahlaki değerlerin dramatik değişimlerine şahit olduğumuzda daha kederli matem havasına bürünebiliyoruz.
Zuckerberg, Facebook’u kurduğunda, amacı kolejdeki akranlarıyla sohbet edebileceği bir web sitesi oluşturmaktı. Kullanışlılığı kolej sınırlarını aşıp global ölçekte popüler oldu. Önce milyonların sonra milyarlarca insanın kullandığı bir uygulamaya dönüştü. Son yıllarda genç kesimin daha çok Twitter ve İnstagrama kaymasıyla birlikte, orta yaş üstü daha gelenekçi insanların içerisinde barındığı minik bir platforma dönüştü. Daha sakalı bitmemiş köse arkadaşlarıyla sohbet edebilmesi için oluşturduğu bu mecra, dünyanın en çok gelir getiren şirketlerinden birisi olurken bu sefer de ilkeler değişmeye başladı. Son yıllarda her bireyi kendisine ait potansiyel gelir getiren kobay olarak görmesi, insanların bilgilerini uluslararası diğer şirketlere satmaya başlayarak kişisel veri ihlalleriyle ün yaptı. Eğer bir ürün ücretsizse, ürün sizsiniz mottosu da böyle bir şey ne de olsa. İşin ironik kısmıysa, Zuckerberg Amerika’da ki evinin çevresinde bulunan kendisine ait olmayan mülkleri “gizliliğim tehlikede” diyerek bu mülkleri sahiplerinden fahiş fiyattan para bastırıp satın alması. Facebook ve diğer sosyal ağların gelişim süreçleri “kurumsal” çatı altında değerlendirilip farklı yorumlar yapılabilir elbette. Fakat benim üstünde durmak istediğim nokta, kurumlardan ziyade onların içerisinde bulunan bireyler hakkında.
Sürü Psikolojisi ve Bireylerin Yaklaşımı
Batı dünyasının egemen sistemi kapitalizm, daha fazla kâr elde etmek için fazlalıklarını doyumsuz bir şekilde savurmaktan geri kalmıyor. Üretilen malların fiyatını piyasadaki rekabete göre şekillendiren bu sistem, pazarlamak istediği ürünün alıcısına erişebilmek için en uygun şartları da planlamakta. Saha analizi denilen kavram veya daha aşina olduğumuz bir örneklemeyle, sokak röpörtajları yapılarak halkın ülke ekonomisindeki ve ülke içi refah seviyesini ölçtüğü çalışmalar gibi, ürün piyasaya sürülmeden tasarlama aşamasında, ürünün alıcısını baştan şekillendiren bir zekadır. Sosyal mecralarda popüler olan her hangi bir platformun, yerini yenilerine bırakıyor oluşunun altında basit bir algoritma var diyebiliriz; yeniliğin tıkanması ve sürekli arayış içinde olma gayesi. Sürekli aynı şeyleri robotik eylemsellikle tekrarlamak süregelen zaman içerisinde işlevsellikte bayatlık ve tatminsizlik hissi oluşturur. İnsanın, kendisine yabancılaşmadığı ortama, doğayla, başka insanlar ve toplumla barışık olması gerektiğini ve bu özüne geri dönüşünü savunan Marx, kapitalizmin kendi kendisini yok edecek bir canavar olduğunu iddia ediyordu. Evet, Marx’ın hayaleti emperyalist ekonominin üzerinde gezinmeye devam ediyor, ve düzenin bu öngörülen makus talihe sevk edilmemesi adına yapması gereken tek ve en önemli husus, kendisini sürekli yenilemekten geçiyor. Sistem sürdürebilir yenilik içerisinde olmayı bugüne değin , her türlü insani eşitsizliğe göz yumuyor, doğayı ve inatçı çekişmeyle bireyleri tüketiyor olsa da, kusursuzca icra etti diyebiliriz. Leeds Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, bir kalabalığın yönünü etkilemek ve bu kalabalağı rota belirlemek için sadece %5’lik azınlığın harekete geçmesi gerekiyor. Diğer geri kalan %95’lik kesin farkında olmadan bu azınlığın peşinden ilerliyor. Yani kitleleri, önce azınlığa teşvik edip, sonrasında onları sürüye çevirmek sandığımız kadar zor değil. Bu ortam miting meydanlarına benzemiyor mu? Yüz kişiyi harekete geçirecek beş kişi ve bunların yayılım gösterdiği global dünyanın peşinden seyretmesi. Bu bildiğimiz saadet zinciri, kapital ekonomide ponzi*’nin başı oluyor.
*Ponzi ; “yüksek kâr getiren bir üretim varmış gibi göstererek yatırımcıları sisteme katmayı amaçlayan ve ilk yatırım yapanlara ödemenin sisteme sonradan katılanların parasıyla yapıldığı bir dolandırıcılık yöntemidir.”
Kaynaklar
[https://psychcentral.com/news/2017/02/15/herd-mentality-explained]