Hayatın Anlamı Üzerine Felsefi Düşünceler

Hayatın anlamı üzerine minik bir yazı, günlük kıvamında...

Bu dünya adıyla sanıyla ne kadar mahremse bitkiler için, gizini her daim itinayla koruyorsa, andırdıklarıyla da biz insanlar için bir o kadar kokuşmuş ve apaçık sürgün yeri. Bizler özgür olma ayrıcalığını sevdiğimizin sırtını okşarken, potansiyel yeni aşklarımızın hülyalarına dalmak sanıyoruz. 

Sonradan görme insanların içlerinde biriktirdikleri açlığın aniden boca edilmesini andıran cozutma dürtüsü, postmodern dünya içerisinde bireylerin niteliği artık. Yarınımız olmayacakmışçasına bugünün sömürüsünü sağlarken, hiçbir etik, ahlaki değer barındırmaksızın savurganlığımız ait olduğumuz her nesnenin kokusu olmuş.

Çünkü bir şeyin değerini onu ne kadar hızlı elde ettiğimizle ilişkilendirdik; insanları, ilişkileri, yaşamlarımızı, yargılarımızı, değerlerimizi narsist bünyemizde rafine etmek üzerine kurulmuş anlam vasıfsızlarıyız.

Fight Club'da Tyler Durden'a ait şöyle bir replik vardı;

hayatın anlamı üzerine, fight club

Her gün işe gidiyorsun, akşamları erken uyuyorsun ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı. Gerçekten acınası bir durumdasın

Amacım kapitalizme giydirmek değil, yazının girişgâhı ve gidişatı da olağanüstü bir içtepinin sunumu sadece. Yani apaçık ortada olan kadar karmaşık bir şey yoktur dersek, anaolojiyi sağlamak adına kısa giriş mahiyetinde şunlar söylenebilir ki; bizler kapitalizmin kâr ortağı değiliz: Kapitalizm kâr edemezse ayakta duramaz. Nasıl kâr edecek? işçinin ürettiği metayı(ürünü), işçinin onu imal ederken harcadığı emekten daha değerli kılarak. Ürettiğimiz mal emeğimizden daha kıymetli olmalı. Yoksa sistem çöker. Böylelikle işçi, kendi emeğini satmış olur. Üretilen aynı ürünü, işçinin, tüketici kapitalizmine bağlı olarak kendisine sunulduğu sırada da emek+kâr olarak geri alır. Alır almasına da, üstüne bir de yabancılaşmış varlığı biner.

Ve bu döngü idrakimize sığamayacak ölçüde hızlı cereyan etmeli. Sürekli üretim, sürekli tüketim. Tüketiminin tıkanma olasılığı baş göstermeye mi başlayacak? Hayır. Talep oluşturucak ihtiyaç pazarlaması aşaması başlar. Buradaki senaryo algımızda nasıl meşrulaşıp sıradanlığa terfi ettiyse, yaşamlarımızın içerisinde bulunan acziyet hâlimiz de aynı ölçüde normalleşti. Bizlere kalan tek ayrıcalıklı his, absürd yaşantılarımızı tekraren üretmek, sürekli yinelenen döngüye girmek dışında alternatif senaryolar kalmadı.

Sosyal ilişkilerimizde de varlığımızı sürdürebilmek için, kapitalizmin bireylere uyguladığı sömürü sistemini, bizler de birbirimize dikte etmekle mükellefiz. Günlük rutinlerimizi sürdürürken akışta kalmak diye bir tabir hayatımıza gireli çok oluyor. Dikkatimizi dağıtan zibilyon tane unsur var. Birileri bir şeyler paylaşıyor olacak, onların hayatlarını didiklememiz gerekiyor. Niye? Çünkü görüntülerimiz ve sürdürmeye çaba sarf ettiğimiz imajlarımız aidiyetimizin sembolüne dönüştü. 

Son çeyrek asırdır global düzeyde içe kapanma tezahür ediyor. Bireyler için de bu geçerli.  Zaten her şey silsile değil mi? Kaliforniya'da başlayan kasırga, Abu Dhabi'de sele dönüşür misali kelebek etkisi varyasyonu, x kişinin yaşamındaki bir ukte, bizim içimizde yaşayan açlığın tepesine çöker. Buna narsist gıybet diyorum :)

Hayatlarımızı didiklerken, gıybet sevdamızı ulu orta paylaşmak yerine, içimizdeki savaşta çözümlendirmeye çalışıyoruz. Birey, kendi varlığını sürdürebilmek için, bu akışın sürekli yinelenen hızına adapte olmaya sevk olduğu her an, en sevdiklerini, gözünün önünde duran apaçık kendi yitişini, anlamının bodoslama uçurumdan kayışına tanık olmak zorundadır. İşin nahoş kısmı ise daha vahim aslında. İlüzyon, yanılgı gibi kavramlardan bahsediyoruz. Yanılmış olmaya tâbii olmak. Burada gerçeği ıska geçip yapay olana kanmış olmak gibi düşünebiliriz. Aklımızı çelen karşı kutup vardır burada. Gerçek ve yapay olanın. Bizler, kendi gerçekliğimizi seri üretime geçirmiş, boşlukta art arda döndürüp duruyoruz. Burada artık yanılgıya yer de kalmadı. Baudrillard, yanılgı ile gerçeğin birlikteliğinden bahsediyordu. Yanılgı kavramını kabiliyetimizin basiretsizliği olarak ele aldığımız günleri özlemle yâd edeceğimizi kim düşünürdü ki. Yanılmayı, düş kırıklığını.. Düşününce ne kadar acınası. Kanmış olmayı özler mi bir insan? Standartlarımız kötünün iyisine seçmeye o kadar alıştık ki, özümüze işledi.

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü kitabının girişini şu cümlelerle açıyor;

"Biz kendimizi bilmiyoruz, biz bilenler, biz kendimiz, kendimizi bilmiyoruz: iyi bir nedeni var bunun. Hiç aramadık kendimizi - nasıl olacak da bulacağız kendimizi günün birinde? haklıydılar "hazineniz neredeyse, yüreğiniz de oradadır" demekle; bizim hazinemiz bilgimizin arı kovanlarının durduğu yerdedir. oraya doğru yol alıyoruz hep, doğuştan kanatlı hayvanlar ve tinin balözü toplayan arıları olarak; yürekten önemsediğimiz tek bir şey var aslında - "yuvaya bir şey getirmek". yaşamın diğer yanına, "yaşantı" denen yanına gelince - onun için hangimizin, en azından yetecek kadar ciddiyeti var? ya da yeterli zamanı? korkarım hiç tam anlamıyla "vermedik kendimizi" böyle şeylere: yüreğimiz orada değil, hatta kulağımız bile değil! daha çok, kendi içine gömülmüş ve ilahi dalgınlıkta birinin, tüm gücüyle öğlenin on ikisini vuran çanın kulaklarında çınlayan sesiyle bir anda ayılıp, "bu çalan da neydi?" diye sorması gibi, bazen biz de sonradan kulaklarımızı ovuşturup, hepten şaşkın, hepten mahcup soruyoruz, "neydi yaşadığımız?"

Bu satırların yazılışının üzerinden birkaç asır geçti, bilinir insan figürü tamamen kendi tokluğuna doğru evrimleşmeyi sürdürdü durdu. Sahi neydi yaşadığımız? bunu gerçekten düşünen insanların olduğuna eminim. Elma ilk kez Newton'un kafasına düşmemişti oysa, o sadece merak dürtüsünü eşelemeyi biraz sevmişti. Ya bizler? Kafamıza yağan ötekileşme bombardımanından sıyrılıp, Newton'un kafasına düşen elmanın neden düştüğünü sorgulaması gibi, yaşadığımız hayatların anlamı üzerine düşüneceğiz, kafa yoracağız ve insanlık onurumuzu yeniden inşa edeceğiz. 

Birbirimizin üzerinden güç devrişip elimize geçen şeyler, bu uğurda telef ettiğimiz zamanımızdan daha değerli ne olabilir ki?

Belki sandığımızdan da daha zekiyizdir. Zeki olmayı iyi ve anlamlı olmanın peşinden yürüyen yetenek gibi bir tanımı olmadığına eminim.

Jacques Lacan, Fallus'un Anlamı'nda "bir düşünceyi düşünmemenin yegane yolu, başka bir düşünceyi düşünmektir." diyordu.

Anlama ve anlamdırmada o kadar yetkinizdir ki belki de, varoş yaşantılarımızın kokusunu varlığımıza leke etmemek için, bir başka beyhude saçmalığı takip ediyor olabiliriz. Her şeyin farkındayız belki de, ama elimizden gelen tek şey, nisyana çalacağımız kibritten ibarettir.



13 Yorumlar

  1. yeni yazınızı bekliyordum ben de yine dolu dolu yine düşündüren bir içerik hazırlamışsınız tebrik ederim, kelebek etkisinin bir şekilde gerçek olduğuna inanabiliyorum diyebilirim sanırım...

    koltuk takımı ile ilgili olan söz de kısa bir süre bizi misafir eden dünyanın bizlere bir çalımı gerçekten

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her gün blogu açıyorsun eline geçen şey güncellenmemiş sayfa. Gerçekten acınası bir durum :) Samimi yorumun için teşekkür ederim, tabii yazıdan keyif alman daha önemli benim açımdan es geçmeyelim

      Sil
  2. peki, güzel konu evet :) hayatın anlamı üzerine ne çok kitap okudum, adler filan işte, lacan çok iyi, ayrıntı yayınlarından okudum oldukça, frankl, rollo may, debord, baudrillard, ivan illich veee büyük usta barthes :) hayatın anlamı filan yok tabi bu arada biz çalışıyoz işte anlam vermeye, varlığımız boşuna gelmemiş olsun diye bu dünyaya :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İvan illich v büyük usta barthes dışında diğer yazarları okumuşluğum var. Özellikle Baudrillard hakkında yakın bir zaman içerisinde geniş yazı dizisi düşünüyorum. Simülasyon kavramı, gerçeklik algımız üzerine. Belki o da ilgini çekebilir :)

      Sil
  3. şu fight kulübü izlesem ben de bi fırsat bulup çok iyi olucak ..Koltuk takımına çalışıyoruz çok acı..ben de beklerim sayfama isterseniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben epey zaman önce izlemiştim. Tekrar izleyebiliriz ortaklaşa :) ayrıca kitabı da var filmin. Hatta film, kitaptan uyarlama. Önce kitabını okuyup filme de geçebilirsin, karar senin

      Sil
  4. "neydi yaşadığımız?" sorusuna verecek bir cevabı olmanın tek yolu tam da bu sorduklarınız, yazdıklarınız... elinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Düşündürücü ve oldukça doyurucu bir paylaşım olmuş. Düşünsenize sağlık, tebrik ederim

    YanıtlaSil
  6. "Her şeyin farkındayız belki de, ama elimizden gelen tek şey, nisyana çalacağımız kibritten ibarettir." Ne güzel dediniz. Bu blogu keşfettiğim iyi oldu, okuduklarım düşünmekten kaçındığım şeyler üzerine gitmemde çok fayda sağlayacak gibi hissettim bu yazıyı okuduktan sonra.

    Yorumlarda bahsettiğiniz Baudrillard yazı dizisini merakla bekliyor olacağım. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Baudrillard yazı dizisi hazırlanıyor, tabii şimdiki yayınlara göre biraz geniş olacağından özen gösteriyorum o yüzden uzuyor biraz. Yazıları beğendiğiniz için mutlu oldum, teşekkür ederim

      Sil
  7. Dolu dolu çok güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık:))) Okurken fazlasıyla düşündürüyor. Dövüş Kulübü 'nde söylenen söz aslında birçok şeyi anlatıyor. Filmi de kitabı da çok güzel, yakın zamanda tekrar okuyacağım kitabı:))) Nietzsche görüşlerini çok severim:))) Hayatın anlamı; bu iki kelimeyi söyleyince bir fikrim var, evet birçok şey söyleyebilirim ama aslında çok karmaşık bir konu, benim bakış açım da farklı olabilir:))) Keyif aldım yazıyı okurken:)))

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski